Sosyal ve İnsan Bilimlerinde Yöntem Sorununun Neliği (Mustafa Özcan, Ağustos 2011)

Bildik Bilimin Sonu” yazı dizisinde yavaş da olsa sona doğru ilerliyoryuz. Temmuz ayı denemesinde Ağustosta sosyal ve insan bilimleri alanındaki yöntem sorunu ile ilgili görüşlerimi aktaracağımı belirtmiştim. Şimdi o noktadayız.

İrdeleme için sosyal bilimleri toplumun, fizik bilimlerini doğanın ve insan bilimlerini bireyin temsil ettiği şeklindeki şematikleştirmeden hareket etmek son derece yararlı olacaktır. İlkin insanın özne olarak kavram üretim etkinliklerini yürütmek için üzerinde yoğunlaştığı temel ulamsal bilgi kaynağı alanlarına bakalım: doğa, toplum ve nesne olarak birey. Bu üçlüden oluşan ana bilgi kaynağımızdaki bilgileri aydınlığa çıkarılırken (elisitasyona tabi tutulurken) başvurulan yolların farklı olduğunu önceki yazılardan biliyoruz. Örneğin doğada deney ön planda iken bireyin gözlenmesindeyse deneyin yanısıra pek çoğu ile birlikte öteki uçtaki bir yöntem olarak içe bakışa da başvurulmaktadır.

Ancak işin doğrusu, bireysel alandaki bilgi kaynağının kendine özgü durumuna, başka bir deyişle özniteliğine göre global bir yaklaşımla deneyiçe bakış (ayni kavramların ayni görüngeden bakışla farklı adlandırmaları: pozitivistikhermönetik veya olgusalkurgusal) yöntem uzamından en uygun yöntemin seçilmesi şeklinde olmalıdır. Öte yandan, kaynağın kendine özgü kipsel durumu güdüler hiyerarşisindeki yeri ile belirlenmektedir ki bu güdünün biyo-psişik mi, yoksa psişik-toplumsal mı, ya da bu ikilinin arası mı olacağına göre değişecektir. Bireysel olup biyo-psişik özellikteki veriler (örneğin açlık gibi olanlar) için sadece deneysel yöntem geçerli iken ikilinin arası biyo-psiko-toplumsal özelliktekiler (örneğin cinsellik gibi) içinse içe bakışa da başvurulmakla birlikte şimdilerde gelişen bilgisayarlı görüntüleme teknikleri ile veri toplamada deneysel yöntemin kendini kanıtladığı görülmektedır. Dolayısıyla psişik-toplumsal olan kaynaklardan bilginin elisitasyununda, açığa çıkarılmasında kullanılan yöntemler oldukça yüksek bir çeşitlilik durumu serglemektedir.

Freud’da hipnoz ve rüya yorumları, Adler’de kişilik testleri ile ilgili veriler, Jung’ınsa antropolojik kurgulamaları; bu üç ruhsal dinamikçinin ileri sürdükleri kuramların temelindeki bilgi kümelerinin oluşturulmasında başvurdukları araştırma yöntem ve teknikleri olmuştur. Görülüyor ki pisikoanalitik okulda temel olan Freud doğrultusunun yanısıra ortaya çıkmış olan Adler ve Jung yaklaşımlarında da ötekininkinden farklı yöntemler söz konusudur. Yukarıdaki verilmiş sırasıyla, biyo-psiko-toplumsal kökenli cinsellik, psiko-toplumsal kökenli üstünlük ve özgerçekleştirim güdülerinin temsil ettiği bu alt bilgisel alanların öznitelikleri araştırma tekniklerini, diğer deyişle bir bakıma yöntemini, bu da psikoanalitik alt kuramın neviini, türünü belirlemektedir.

Kısaca vurgulamak gerekirse bilgi kaynağının özniteliği bilginin aydınlığa çıkarılmasında kullanılan yöntemi, o da soyutlama kuralları aracılığı ile çıkarsanacak olan kuram türünü belirlemektedir. Hal böyle olunca da artan bu çeşitlilik artan bir belirsizliğe neden olmaktadır.

Bu durumun da en çok etkilediği, yöntemi kurgusal gerekçelendirme olan tin bilimleri (kültür, insan veya beşeri bilimler ya da hümaniteler de denilebiliyor) için yapılan bilgi üretimidir. Böylece tin bilimleri alanında üretilen bilginin doğruluğu, geçerliliği, kesinliği ve pekinliği son derece tartışılır hale geliyor ki bu mantık, epistemoloji, bilim felsefesi ve kuramı gibi biçimsel (formel) ve kurgusal (spekülatif) disiplinlerdeki tartışmaların başlıca kaynağı ve de yüzyılı aşkın bir süredir bilim kuramı ve felsefesinin devam ede gelen temel sorunsalıdır.

Mustafa Özcan, Ağustos 2011

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.