Doğa Bilimsel Yöntem İnsan Bilimleri için Neden Uygun Değil? (Mustafa Özcan, Eylül 2011)

Başlığın cevabı, yazı dizisinin dikkatli izleyicileri için yaklaşık da olsa artık bellidir diye düşünüyorum. Ama konunun başka bir konumdan ve değişik bakış açısıyla ele alınıp biraz daha açımlanmasının gerekli olduğu yönündeki düşüncem de diğer bir tespitim.

İlkin genel anlamda dizgesel (sistemik) bakış konumundan görülen bilimsel bilginin sorgulanma yöntemlerinin iki ana ulamı hakkında sistem düşüncesinin tanınmış öncülerinden Russell Ackoff’un ‘mealen’ de olsa şu görüşünü anımsatmak ile işe başlayayım: Doğa bilimlerinin yönteminin kuralsal-ulamsal özü indirgemeci analiz, yani daha küçüğe, daha öğesele doğru gidiş iken sosyal bilimlerin yükseltgemeci sentez, yani daha büyüğe, daha bütünsele doğru gidiştir. Yani, genel bir değerlendirmeyle, bu iki yöntemsel ulam, parça-bütün ilişkili dikotomik kavram çifti olma özelliğini taşımakta ve eytişimsel (diyalektik) genel bir bütünü oluşturmaktadır. Bu görüngeden (perspektiften) hareket ile toplumsallığın bilimsel yöntemler ulamını bütüncül (holistik) anlayışla irdelemek üzere ele almak oldukça doğru ve ilginç bir seçim olacaktır.

Ayrıca, bilimin iki ana disipliner ulamından tin bilimlerinin, daha bilinen bir ifade biçimiyle insan bilimlerinin (hüman veya kültür bilimleri de deniyor ve bazan da tam örtüşmese bile sosyal bilimler veya toplum bilimleri diye anılıyor), bu bilim-kültür yarıküresinin bilgi eldesindeki yöntemlerinin öteki ana disipliner yarı olan doğa bilimlerinden farklı olduğu ve özellikle de olması gerektiği yönündeki görüşlerin artık evrensel-entelektüel düzeyde genel kabul gören bir gerçeklik olma yönünde hızla yaygınlaşmakta olduğunu söylemek gerekir. Konuyu özetlemiş bu tek ve uzun tümcede ifade edilen düşünceyle ilgili bundan önceki dört aylık denemenin odağındaki bilimsel yöntemlerin ussal çerçevesinin ne olduğu sorusunu, bir kez daha, ancak farklı bir görüngeden ele almak isterim.

Konuya toplumsal boyut konumundan ve bilişimsel (enformatik)-kavramsal görüngeden bakarsak, insanoğlunun ussal kavramsal düzlemi üstünde, dil, değerler ve zaman diye tanımlanabilecek temel ve öğesel nitelikli özelliklerini temsil eden şeyleştirilmiş bir üçgenin varlığından söz ederek insanın soyut kültürel birikimini bu antropik-geometrik model ile tanımlanan ilişkiler bütünü üzerinden tanımlayabiliriz. Termodinamik ve onun uzantısı olan enformatik açıdan kendi tarihselliği ve yazgısı doğrultusunda ilerleyen insanın, bilgi birikimini artırmak çabası ile entropiye karşı verdiği amansız mücadelenin sonucunda sinerjik olarak elde ettiği bu kazanımların birikimiyle evrilebildiğini söyleyebiliriz.

Öte yandan modeldeki değerler, doğa ve toplum boyutu içindeki yaşantımızla kazanılarak oluşturulmuş yapıntısal-özsel öğe kaynaklı iken, dil, soyut birikimin iletişimi ve bellek kaydı için kullanılan doğuştancı (nativistik) kaynaklı bir koddur. Zamana gelince, onu her şeyi sonlandıran ilksel (primordial) acunsal (kozmik) etmen-boyut bireşimi (sentezi) bir öğe olarak görmek en doğru yaklaşımdır sanırım.

Antropik üçgen modelini vektöryel olarak ele alır ve insanı temsil eden köşesinden bakışla irdelersek, komşu kenarların dil ve değerleri, karşı kenarınsa zamansallığı simgeleyen vektörler olduğu kabulü ile karşı kenarın zamanın toplamını ve yönünü ve iki komşu kenarın ise ayni yönde ardarda bağlanmış vektörler olarak dil ve değerleri temsil ettiğini görebiliriz. Bu bakış noktasından kolayca gözüken iki ayrık (biri kırık biri düz) vektöryel yolun eş çıkışlı ve eş sonlu olduğu; ancak farklılıklarının, dil ve değerlerin dolaylılığında, zamanın ise dolaysızlığında olduğu hemen anlaşılır. Şu halde biz tanınmış fizikçi Richard Feynman’ın kuantum mekaniğini açıklarken eğretileme (metafor) olarak bolca kullandığı beylik fiziksel-görüngüsel bir olgu olan “sum of history”nin toplumsal boyuttaki örneksel (analojik) eşdurumuyla karşı karşıyayız demektir.

Bu model de gösteriyor ki, zamanın yönüyle özdeş olan entropi ile, daha uygun bir deyişle, bilgideki doğal kaybın temsilcisi ilksel nitelikli doğal gerçekliği olan entropiyi temsil eden zaman ile, ona karşı gelerek bilginin artışını sağlayan insan zihninin (anlığının) yapıntısal-toplumsal gerçekliği olan dil ve değerler arasında bir yarışma, çatıma vardır. Başka bir anlatımla; insanın usu ve anlığı, tini ile doğal çevresi arasında sürüp gitmekte olan çatışmalı eytişimsel akışın doğal-toplumsal ve evrensel birlikteliğinin odağındaki temel özselliktir.

Nitekim bu süreçte insan, bireysel ve toplumsal yazgısını belirleyen zaman yönlü yıpratıcı olguya, yani bilgiye karşıt olan zaman okuna, termodinamik ve enformatik deyimle enropiye karşı geldiğinden; mitsel Atlas betisinin (figürünün) verdiği savaşım gibi beyhude bir çaba içinde olan taraf olarak görülebilir. Ama buna karşın, bu mücadelenin devamlılığı olmuş ve olacaktır; çünkü yeneni belli olsa da kozmik boyuttaki bu süreçte kısa süreli bazı bölgesel yengilerin olabilirliğinin, yitirilmiş dizgeler, yapılar (“dissipative systems, structures”) olarak İlya Prigogine’ in tanımladığı şekliyle var olduğu bilinmektedir. İşte bu yengiler insanın genetik ve sosyal-kültürel bilgi patlamaları şeklinde olan sıçrayış evrelerini temsil ederler ve zamanla dönemsel olarak ortaya çıkarlar. Bana göre, çok yüksek bir olasılıkla entropiye karşı bu toplumsal-yengisel dönemlerden, evrelerden birinin, belki de önemli olan birinin yaşandığı bir çağdayız.

Söz konusu dönemler kendilerini epistemik (bilgi kuramsal) ıraları (karakterleri) ile belli etmektedir. Bundan önceki dönemin ırası, doğa bilimleri tabanında genel anlamda fiziksel-enerjetik gereksinimlerin (gıda, barınma, üreme, korunma gibi) karşılanması için verilmiş olan bir varoluş savaşımı sonucunda kazanılmış soyut bilimsel bilgi birikiminin sağlanması şeklindeki bir etkinlik ile belirlenmiş iken, şimdilerde başlamış olduğunu varsaydığım dönemin ırası ise toplumsal-bilişimsel tabanlı bilgi gereksiniminin yol açtığı bir sinerjik bilgi patlaması ile belirlenecektir. Ve bu süreç dolayımsız ve doğrudan toplumsal örgütleniş biçimimizi kökeninden etkileyecek olan özkatalitik hızlanma özelliğine de iyedir (sahiptir).

Öte yandan, bilgisel alan olarak da tanımlayabileceğimiz bu evrensel düzeyli bu dizge, öncekine göre doğal değil de bireysel-toplumsal karakterde olunca zaman oku entropinin yıpratıcılığına çok daha açık bir hal sunmaktadır. Başka bir deyişle, doğa bilimlerinde göz ardı edilebilen tarihsellik etmeni, veya kısaca tarih diye ifade edebileceğimiz zamansal etkinliğin yıpratıcılığı bu durumda hiç olmadığı kadar işin içindedir.

Hal böyle olunca, görüngüler karşısında, zamana ve duruma göre, diğer deyişle makul bir görecelik çerçevesine göre hareket edilmesi gereklidir. Bu da sonuçta kaçınılmaz olarak bilimsel bilgi kazanımındaki yöntemsel seçenekler içinden en uygun olanının, yani optimumunun seçimi şeklinde yeni bilimsel bir yaklaşımı zorunlu kılar.

İşte, böylece, bu doğrultudaki yeni bir anlayış ve yeni bir yaklaşım ile bilgi-bilim-ulamsal (kategorik) yöntemler arasından en uygun olanının seçiminin yapılabileceği, üst, süper, hiper veya meta diye adlandırılabilecek, özgün ilkesel kural ve ölçütleri örtük (zımnen) de olsa kapsayan ussal-anlıksal ‘meta mantıksal bir çerçeve’nin oluşturulması kaçınılmazlık olarak karşımıza dikilmektedir.

Sonuç olarak bilimsel dünyada çoktan seçmeli yöntemlerle (saksağan usulü) iş gören bilgi kuramsal bir dizgenin kullanılacağı yeni bir döneminin eşiğinde olduğumuzu söylemek son derece yerinde bir saptama olacaktır. Gelecek ayki denemem bununla ilgili olarak KDP-CST’nda geliştirdiğimiz HAK denilen bilim kuramsal dizgeyi tanıtarak ele almak olacaktır.

Mustafa Özcan / Eylül 2011

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.