Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxvııı- (Mustafa Özcan, 29 Ocak 2017)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxvııı-

Öncelikle bu denemenin bir öncekinin doğrudan devamı olduğundan, ikisinin birlikte okunmasının son derece yararlı olacağını belirterek yazıya başlamak istiyorum.
Önceki denemede de belirtildiği gibi, tarihsel paradigmalar için ipuçlarına tümevarımsal yolla ulaşmak için bunu, sosyal davranışlar olgusu bağlamında kalınarak, incelenecek coğrafyaya yabancı kültürlerden gelen gezginlerin ev sahibi-konuk teması esnasında karşılaştığı çelişki yüklü örnek-olaylardan hareket ile yapmak gerekir. 
Ayrıca gene konunun bu kapsamda yapılanın bir Doğu-Batı kıyası olmasından ötürü, oksidental ve oryantal dikotomik çift kimliği dikkate alınarak iki toplumun genel toplumsal davranış kategorileri, yani anlayışları çerçevesindeki kavramlar düzeyinde de irdelenmesi gerekir. Ancak konunun bu yönü bu denemede ele alınmayacaktır, 
Gene bu yolu izleyen incelemelerin, tarih bilincinin de ötesinde, yerküredeki bölgesel-etmik kimlikleri temsil eden genel bilinç yapıları bağlamındaki sosyal paradigmik ilkelere yönelik ipuçlarını da ortaya koyabileceğini gelinen bu noktada vurgulamadan geçmek istemiyorum. 
***
Bu denemeye kaynak sağlaması bakımından benimsediğim, Osmanlı gezileri edebiyatı kapsamında önemli yeri olan iki kitap ve yazarlarını tanıtmak istiyorum. Yazarlar, Fransız ve Macar kökenli gezginler olup Orta ve Batı Avrupalı ve entelektüel niteliği olan kişilerdir. 
İlk kitabın yazarı, yardımcısı ile birlikte 1830 Yazında da İzmir’e gelip oradan deniz yoluyla Kuzeybatı Anadolu sahil şeridi yerleşimlerini ve ardından İstanbul’u ziyaret eden J. F. Michaud’ur (1)
Kendisi kitapta, geziyi yapmadaki açık amacını Haçlıların yolundan giderek Batı Anadolu kıyısındaki sitler ve özellikle de Homer’in Truvası’nda amatörce arkeolojik keşifler yapmak olduğunu belirtmektedir. 
Öte yandan yapılan okumadan anlaşılan o ki, Michaud’nun bir de örtülü amacı bulunmaktadır. Bu da, O’nu hayal kırıklığına uğratmış olsa da Batı’nın üzerine titrediği, yeni kazanılmış Yunan Bağımsızlığı’nı yerinde görerek otantik şekilde “kutlamasını” yapmaktır.
İkinci kitap, bu tarihten yaklaşık bir asır sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun asli tebaası olan Müslüman-Türk Anadolu insanını yerinde görmek amacı ile Orta Anadolu’yu ziyaret eden Macar bilim ve siyasetçisi Dr. Bela Horvath’a aittir (2)
Horvath’ın İttihat Terakki Fırkası iktidarı dönemine rastlayan 1913 Yazında yaptığı bu zorlu gezinin hedefi Michaud’dan tümüyle farklı olarak doğrudan Orta Anadolu insanının durumunu inceleyerek Osmanlı’nın Müslüman Türk tebaası hakkında bir görüş sahibi olmaktır. O dönemlerde, Turancılık doğrultusunda gelişme gösteren Osmanlı-Macar ilişkilerinin bir türevi olarak ortaya çıkarak şekillenmiş olan bu gezinin tarih açısından önemi, İmparatorluğun son döneminde asli tebaanın durumunu tüm çıplaklığı ile yansız bir şekilde ele almış olmasındandır. Bu önemli gezinin anılarının yayımlanması, dünyada hüküm süren küresel olayların olumsuz etkisi ile ziyaret ardından olamamış, üstünden geçen uzun bir süre sonrasında nihayet 1929 yılında Macarca olarak gerçekleştirilebilmiştir.
Tarihsel paradigmik ilkeler için kronolojik süreçte çok az değişen sosyal değerlerin ortaya koyduğu hususların esas alınması gerektiğinden, ilkelere ipucu olabilecek olay ve olgular olarak her iki gezginin de yüz yıl ara ile ortaklaşa gözlediği ayni veya benzer görüşleri dikkate alınarak çıkarsamalarda bulunulacaktır. 
***
Her iki gezgin de, yerli halkla olan temaslarında emik (yani incelenen insan kültürünü incelenenin dünyaya bakışına göre değerlendirmek) değil de, etik olan (yani incelenen insan kültürünü inceleyenin dünyaya bakışına göre değerlendirmek) bir bakış açısını temel almış olmakla antropolojinin günümüzdeki izlediğinden farklı bir yol izlemiştir. Hal böyle olunca da bu temaslardan gezginlerin her iki kültür bağlamında o zamanlar çıkarılabileceği faydalı sonuçlar asgari düzeyde kalmıştır.
Gene her iki gezginde de ortak olan diğer bir yönse, azınlıktaki eski etnik gruplara göre Osmanlı’nın Müslüman Türk tebaanın maddi, mesleki, teknik ve kültürel bakımdan ne denli geri kalmış oldukları yönündeki bariz gözlemlerdir.  
Ayrıca her iki gezgin de yaptıkları çeşitli temaslarda oluşan, Türk toplumunun durgun bir karaktere ve değişime kapalı bir zihniyete sahip olduğu şeklindeki görüşlerini defalarca ve bıkmasızın ortaya koymuştur. 
***
İşte bu gözlemler doğrultusunda Türk toplumunun bu geri kalmışlık durumunun, Batılıya kıyasla kentsel yerleşikleşme sürecine çok geç başlamasından ileri geldiğini söyleyebiliriz. Batı için Tunç Çağı ile beş bin yıl önce başlayan kentselleşme sürecine Orta Asya bozkırlarının göçer toplumu halklarının katılımı ancak üç bin yıllık bir gecikme ile olabilmiştir. 
Hal böyle olunca, Müslüman Türk ahali, hızlı, rasyonel, uyarıcı ve monden kentsel yaşamının getirilerine sahip olamama veya olunsa bile çok geç kalınmış olunmasından ötürü edinilmiş olan durgun karakter ve değişime kapalılık sonucu Osmanlı üşlesinin eskil (kadim) kentsel tebaasına kıyasla geri kalmışlık açığıbin yıllık birlikteliğe rağmen bir türlü kapatamamıştır. 
Mustafa Özcan (29 Ocak 2017)
_____________
(1)Michaud, J.F.- J.J.F. Poujoulat. İzmir’den İstanbul’a Batı Anadolu 1830, Say Yayınları, 2015.    
(2)Horvath, B. Anadolu 1913,Tarih Vakfı Yurt Yayınları,1997.

Not: Devam edecektir.

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.