Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxı- (Mustafa Özcan, 28 Haziran 2016) (*)


Osmanlı Tarihi ve Tarihin Paradigmik İlkeleri -xxı-
Orta Asya tarihinin derinliklerinden gelen Osmanlı’nın fetihçi anlayışı ile Batı tarihinin yüzyılları aşan, İngiltere’nin temsil ettiği Avrupai tarzdaki kolonyal anlayışının ortak siyasi zeminde iki tezat emperyal sistem mahiyeti ile genel tarih açısından ve diyalektik yaklaşımla kıyaslanması bu deneme çalışmasının asli konusudur. 
Denemede, konuyu “holistik düşünce temelinde ele alarak buradan tarih bilimi için aranan yol gösterici paradigmik ilkeyi ortaya çıkarmak esas amaç olmakla birlikte yapılan irdelemeler ile konunun okuyanda başkaca düşünsel arayışlara yol açması da diğer bir amaçtır.
***
Osmanlı’nın askeri düzene dayanan fetihçiliği, İngiltere’nin sömürüye dayanan kolonyalliği ile kıyaslandığında ilk aşamada göze çarpan başat imleç, her iki emperyal sistemin tarihsel genişlemesindeki coğrafi gelişme yönünün ortaya koyduğu durum ve bunun doğal bir sonucu olarak tarih içindeki önemidir. 
Eski dünya’daki emperyal sistemlerin uzun dönemli doğrultusunun, imparatorlukların genişleme hareketi içinde genel hatları ile incelenmesi, bunların coğrafyadaki yönünün fetihçilerde Doğu-Batı ekseninde, buna karşın kolonicilerde Kuzey-Güney ekseninde olduğu şeklindeki bir saptamanın yapılmasına yol açmaktadır. 
Bu durumu, yani emperyal genişlemenin yönünü belirleyen şeyi, fetihçilerde, ilginin talanla sağlanacak ganimet beklentisi olmasından ötürü zenginliklerin hazır olduğu coğrafyaya doğru olmasına karşılık kolonicilerde ilginin kendi fiziksel üretimleri için gereken girdileri sağlayan kaynakların emre amadeliğinin olduğu yerlere doğru yönelmiş olması açıklamaktadır. 
İnceleme derinleştirildiğindeyse, Eski Dünya, yani Afro-Avrasya tarihinde Kuzey-Güney yönündeki kolonyal-emperyal genişlemenin, toplumlarda yaşam-geçimsel zenginliğin, yani gönencin başat sosyo-psişik bir etmen olarak kabulünün önemli rol oynamaya başlamasından kaynak aldığı sonucuna varmak olanaklıdır.  
Ayrıca, Kuzey’in yaşam-geçimsel zenginliklerinin, jeosferin on binlerce yıllık süreden beri gelen ekolojik durumun sonucu olması, bunun artık, statik, değişmeyecek bir durummuş gibi kabul edilen bir algıya dönüşmüş olmasına da yol açmıştır. 
Öte yandan, Eski Dünya coğrafyasındaki tarihsel-ekonomik dönüşümler, diyakronik olarak incelendiğindeyse, ekonomik gönenç ve zenginlik kaynaklı uygarlaşmış olma halinin Avrasya tarihinde, Doğu-Batı ekseninin iki ucu olan Avrupa ve Çin arasında, biner yıllık periyotlar halinde gidip gelen salınımlı-değişkenlikteki tarihsel bir olguyu da oluşturduğu anlaşılmaktadır. 
Bu iki antik uygarlık kutbu arasındaki böyle bir durumun ortaya çıkışının ardında ilkin, karaların büyük bölümünün esasen Kuzey yarıkürede bulunuşunun olduğu ve ikincileyinse, Güney yarıküre ile kıyaslandığında Kuzeyde kıtaların jeofiziksel olarak dikine olmak yerine enine olan bir yayılma göstermekte olmasından ileri geldiği bilinmektedir. 
Böylece, Eski Dünyanın, bir başka ifade ile Afro-Avrasyanın, Kuzey yarıkürede 30-40 derece paralellerini kapsayan, uzunluğuna 20 bin km’lik sürekliliği olan Doğu-Batı doğrultusundaki bu arazi bandı, insanın doğa ve yaşayışına en uygun ısı, yağış, yüzey şekilleri ve iklim özelliklerini bir araya getiren dünyada en geniş kıtasal coğrafyadır.  
Bu jeofiziksel oluşum, gezegenimizde yerküresel tektonik hareketlerce belirlenmiş, arkaikten beri var olan, antropomorfik-ekoloji özelliklerine, yani Afrika savanı” tipine sahip, ayni zamanda Ortadoğu’nun verimli ayçasını (münbit hilal) da içine alan, Avrasya’nın Doğu-Batı eksenindeki “Kıtasal Yaşam Kuşağı”dır. 
Ayrıca bu oluşum ayni zamanda, insanoğlu için en geniş ve en uygun iklimsel ve yer-yüzeysel özellikleri sunan “ilksel uygarlık beşiği” tanımlamasını da hak etmektedir(*).

Mustafa Özcan (28 Haziran 2016)
____________

(*) Devam edecektir.



Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.