Neuroscience

Integrated Human Brain essay

Yapısalcı felsefe, yapıların algılanması ve tasvir edilmesiyle ilişkili olan dünya ile ilgili bir düşünüş şeklidir. Yapısalcılar her hangi bir durumda ortaya çıkan her öğeye ait unsurun kendiliğinden bir anlamı olmadığını, bu öğelerin ancak diğer unsurlarla birleştirildiğinde bir anlam ifade edeceğini ileri sürerler.Herhangi bir varlığa ait bütüncül anlam, söz konusu varlığın biçimini oluşturan parçaların yapısıyla karşılıklı etkileşime sokulmadıkça algılanamadığına,onların belirli yapılardan oluştuğuna,özlerden veya doğallıklardan meydana gelmediğine inanırlar. Kısaca özetlenirse,önemli olan organizasyon sistemidir derler.

Bütüncül bakış açısından beynin yapısı, yapısalcıların dediği gibi herhangi bir varlığa ait bütüncül anlamını kendi parçalarının karşılıklı etkileşiminden aldığı gibi alır ama buradaki fark, aksine onun özlerden ve doğallıktan geldiğidir.Doğallığı oluşumunu, özü ise temel yapılarını önceler.
Yine yukarıda ifade edildiği gibi beynin işleyişinde de her öğeye ait unsurun kendiliğinden bir anlamı yoktur ve bu öğelerin diğer unsurlar ile birleşmesi gerekir. Örnek olarak genel sistemler çokluğunun en önemlilerinden bir tanesi algılama, bir diğeri de anlamlandırma sistemidir ve bunun gibi daha bir çoğu sanki kendi bünyesinde bir disiplin temasında var olur.Bu disiplinler arasında öyle bir bağ vardır ki, o da kendi başına ayrı bir sistemi daha var eder. Bu bağ sayesinde tüm sistemler hem doğrudan iç içe ve hem de çaprazlama oluşmuş bir iletişimin edimselliğini koyarlar.Böylece tüm bu dizgesel yapı kendi üzerine kapanmış öyle bir saçılmazlık yumağı oluşturur ki metodolojik yoldan açılımı için bile bir referans noktası bırakmaz.Beyin yapısının yanlızca kafatası içinde kalan kısmında çok fazla aksonal lif ve bağlantı şeridi vardır.Sadece merkez bölge (mesencepholon) açısından bakıldığında bile o kadar çaresiz kalınır ki onu ağsı yapı diye adlandırmaktan başka yapacak bir şey bulunmaz.Bilim, ağsı yapı diyerek kurtulsa da iç yapısı hakkında fikir sahibi olmak zordur.Daha da ilginç olanı bu yoğun çizgisel lif yumağının ve ağ yapısının içinde rastgele neuron gövdelerine (soma) rastlanır, bu ürkütücü bir şeydir,onların oralarda niçin bulunduğu bilinmez ve bu da fizyolojik yapı olgusallığını kırar,çareleri tüketir.Bütün bunlardan sonra başka bir yol bulunamadığından zihinsel aktivite üreten yapılar (duygu,düşünce,sezgi,öz-bilinç) ve motor/duyusal aktivite (denge,hareket,temas,dış-dünya algısı) yapıları bu aygıtın içinde yapısal olarak birbirine girmiş halde kabul edilirler.

Homo sapiens’in yüzbin yıllık geçmişinde evrimin orantısız olgusallığı sayesinde sadece son dörtyüz yıl içinde öyle bir beyin gelişmesi görülmüştür ki bu sıçramanın teknik açıklaması olanaksızdır.Evrim için üç veya beşyüz yıllık evreler o kadar küçük değerlerdir ki onlardan söz etmek bile doğru olmaz ama beynin süper gelişiminin tarihi sadece bu kadardır. İşte düşünmenin bu aygıtı, bilinç ışığının yansıdığı bu ayna, inancı ve bilimi bir arada tutarak evreni ve sonsuzluğu kavrayacak böyle ilkel bir yapıdır,sap halindeki ilksel oluşumu korteks ile taçlanmış,homo sapiens’in omuzlarının üzerinde kapasitesini sonsuza açmıştır.

Var olmak varlık olmak demektir,varlık olmak var olanların değerlendirilmesinden gelir, varoluşa çıkmış olan beyin, pozitivistik anlamda dünyayı duyusal algılardan değerlendirir. Salt duyusal algının somut olarak önce algılanıp kayıt edilmesi sonra anlamlandırılması daha sonra da yorumlanması gerekir.Bu iş için de beynin temsiller üretmesi ve metafor yapması zorunludur, bundan dolayı da onun bu konuda işleyen bir “kendindenliğe” (noumenon) ihtiyacı vardır.Eğer dünya salt duyusal algı formunda kendini var ediyorsa salt özneldir,ama öznellik dünya değildir, dünya çok daha fazlasıdır, integrated human brain de öyle.

Erdoğan Merdemert
10.11.2011

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.