Modernleşen Çin’in Tarihi (Michael Dillon) (Mustafa Özcan, 16 Nisan 2016)


Modernleşen Çin’in Tarihi
Birleşik Krallık Durham Üniversitesi Çağdaş Çin Araştırmaları Merkezi kurucusu ve yöneticisi Michael Dillon’un kaleme aldığı Modernleşen Çin’in Tarihi adlı yapıtın Aydın Atılgan ve E. Ümit Atılgan’ın değerli çabaları ile Türkçeye çevrilmiş olması, süper güç Çin’in modernleşme süreci hakkında bilgi edinmek isteyen entelektüeller için çok önemli bir kazanım sağlamış olmalıdır. 
Öte yandan, 2009’da Pekin Tsinghua Üniversitesi’nde konuk öğretim üyeliği ile Çin’i otantik olarak görmüşlüğünü de dağarcığına katmış olan tanınmış Çin tarihi uzmanı olan kitabın yazarının ayrıca konuya giriş niteliğinde olan bir de Contemporary China: An Introduction adlı yaptının daha olduğunu yeri gelmişken vurgulamalıyım. 
Modernleşen Çin’in Tarihi adlı yapıt, modern dünya tarihinin en önde gelen olgularından biri olarak kabul edilen Çin’inin modernleşmesini günümüzden bir bakış ile inceleyerek konuyu tüm boyutları ile gözler önüne seriyor. Konunun omurgasında klasik bir Ortaçağ imparatorluğu görünümündeki Çin’in Mançu kökenli Qing Hanedanlığı döneminden günümüzdeki modern durumuna gelene kadarki tarihsel olayların anlatısı bulunmaktadır. Bu kapsamda Çin’in Afyon savaşlarından günümüz karma ekonomili yapısının kurucusu kabul edilen Deng Xiaoping‘e dek olan yaklaşık 150 yıllık dönemdeki gelişmeler imparatorluğun geçmişine yapılan retrospektifler bağlamında çeşitli yönleri ile ele alınıp incelenmektedir.
Konu odağını, tanıtımını yapan pasajdan yazarın bir cümlesini alıntılayarak bir de onun gözünden vurgulayarak görelim:
“Bu çalışma Çin’in modern dönemdeki tarih anlatısıdır. Her ne kadar ÇKP’nin iktidara geldiği 1949 esas alınarak ikiye ayrılan 20. yüzyıl daha fazla ağırlık taşıyor olsa da bazı noktalarda 19. yüzyıl ayrıntılarıyla incelenmiş ve daha yakın tarihli gelişmeler de Çin’in uzun imparatorluk tarihi bağlamında ele alınmıştır.”
***
Öte yandan, Qing dönemi tarihi ile Osmanlı tarihi karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde iki tarihsel süreç arasında pek çok benzerliklerin var olduğunu hayretle görmek mümkün olmaktadır. 
Örneğin, her iki Ortaçağ imparatorluğun da kutsallıktan kaynak alan bir iradi gücün denetimi altında halkını mutlak bir totalitarite ile her durumda baskıladığı görülmektedir. Bunun nedeni ise, her iki devlette de yegâne erk olan yönetimin gücünü semavi iradenin kutsallığından almasında yatmaktadır. Diğer bir deyişle, Batı’dakiler ile karşılaştırıldığında Ortaçağ Doğu imparatorluklarının devlet düzeni, göksel iradeye çok daha bağlı, onun kutsalından çok daha fazla kaynak alan bir meşruiyet üzerine tesis edilmiştir. 
Gene öne çıkan benzerliklerden biri de değişim ve dönüşümün önemli tarihsel aşamaların kronolojisi ile ilgilidir. 1919’un Mayısı her iki ülke için de uluslaşma sürecinde doruğuna doğru atılan hamlelerin yapıldığı aydır. Devamındaki süreçte Çin Komünist Partisi’nin 1921’de kuruluşu ve Guomingtang’ın varlığını tam olarak 1923’te tesis etmesi Türkiye tarihi ile karşılaştırıldığında bize tarihin ne denli küresel ve holistik (bütünsel) olarak ele alınması gerektiğine dair önemli bir ipuçu veriyor olmalıdır.
Ancak, gene de bu durum iki imparatorluğun modernleşme sürecinde bazı temel farklılıkların olduğunu ortadan kaldırmamaktadır. Bu farklılıklar özellikle modernleşme sürecindeki kültürlenme olgusunda kendini belli etmektedir. Kültürel dönüşüm sürecinin iki ana başlığı olan tinsel (manevi) ve tensel (maddi) dönüşüm ulamlarını temsil eden temel kurumlar olarak sırasıyla bir yanda yaşam ve yönetim anlayışını, öte yandaysa ticaret ve dili görmek olanaklıdır. Bu durumda Osmanlı tinsele daha yakın olan bir kültürlenme tarzını benimsemiş olaraktan bu alanda dönüşmeye yönelmişken Çinlilerse bunun tersi olarak hep kendi ticaret ve dilini önemseyen pragmatik bir çağdaşlaşma yaklaşımı benimseyen tutum takınmışlardır.
Kâğıt, pusula, barut ve matbaa gibi tarihinin en önemli dört buluşunu insanlığa kazandıran dünyada sürekliliği olan küllerinden yeniden doğan en eski medeniyet olan Çin’e bu başarıyı sağlayan etmenin ne olduğu sorulursa, verilecek cevap yukarıdaki saptama doğrultusunda olacaktır. Dünyanın en eski sürekliği olan yazılı dilini kullanan yeryüzündeki ilk seküler entelijansiyaya sahip olmak diyebiliriz. 

Mustafa Özcan (16 Nisan 2016)

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.