Bilgi Teorisi ve Mantık – Prof. Ernst von Aster (Yavuz Özler) – Özet (devam)



Prof. Ernst von Aster’in 1972 de dilimize Macit Gökberk tarafından çevrilen Bilgi Teorisi ve Mantık isimli kitabından, DİL İLE ANLATILMIŞ BİLGİ başlıklı bölümünün özeti.

KAVRAM VE TANIM,
Önceki bölümde belirli bir nesneye yönelmiş bilgiden, ruhsal bir olay olarak söz edildi. Bu bölümde bilginin dille formüllenmiş olan sonucunu konuşacağız. Dilsel anlatımda, işitilen/görülen – ses/işaret ya da yazı ve işaretin anlamı, vardır. Haykırma, bir acı duygusunu anlatır. Hava güneşli cümlesi, havanın güzel olmasından duyduğum sevinci anlatabilir. 

Dilin kökü, üst hayvan türlerindeki gibi belirli duyguları anlatan bağırmalardır. Ancak, sonraki bir gelişme, sadece öznel  heyecan anlatan sözcükler yanında  nesnel  bir anlamı gösteren sözcükleri, cümle ve takımlarını meydana getirmiştir. Acıdan ileri gelen  ses ile bir olguyu anlatan cümle arasında bir üçüncü şey, bir başkasına, belirli bir duyguyu bildirmek için isteyerek çıkarılan sestir.

Hayvanlar aralarında, çağırma, uyarma ve içinde bulunduğu tehlikeye göre de değişen sesler çıkarırlar. Bu durum hem tehlikeye işaret çekmek hem de tehlikeyi göstermek içindir. 

Yapılan hareket öznel  anlamı anlatmaktan, nesnel anlamı gösteren dil işaretine geçiştir. Burada dilin anlatıcı görevine değil, dildeki  işaret ve birleşimleri ile bunları gösteren nesnel anlamını inceleyeceğiz. Kesin olarak alındıkta, tek başına olan dil işaretinin değil, ancak işaretler bağlantısının  bir anlamı vardır. 

Yalnız başına insan  sözcüğünün değil, bu bir insandır  veya  insan ölümlüdür cümlesinin nesnel  bir anlamı vardır. Jest ve hareketler gibi tek sözcükle, bir cümleyi de ifade edebilir, bu duruma, dilin başlangıcında rastlanır. Cümle kuruluşunda iki tür sözcük vardır. Nesneler için, kategorematik – bu insandır – bağlayıcı öğeler – dirler – bir nesneyi göstermezler, gösteren sözcük ile birleşip,  anlamlı bir cümle kurmak olanağını verirler, bunlara birlikte gösteren sözcükler denir.

Birlikte bir anlam taşıyan sözcüklerin bağlantısına cümle denir. Ancak bu ortaklaşa anlam da, cümlenin belirli nesneler üzerinde bir şey söylemesiyle – doğru, yanlış – meydana gelir. Bu söylenen doğru ya da yanlış olur, nesneye uygun olur ya da olmaz. Koşaç (copula), gösterici bir sözcük ile bir nesne arasında ilişki kurar. 

Bir nesneyi gösteren sözcüklere ad (isim) da diyebiliriz, bunlar özel adlar ile sınıf adlarıdır. Özel adlar tek, bireysel nesnelerin adlarıdır. Bir adla gösterilen nesneler, tabii, hiç bir zaman fenomenal nesneler olmayıp, hep real  nesnelerdir.

Sınıf adları kavramları gösterir. Ad tanımına karşılık real tanım vardır. Real tanım, sözcüğünün anlamını değil de, bir şeyin niteliğini belirler. Ama, söylendiği gibi, her tanım bir ad tanımıdır. 

Önce basit fenomenal hallerin sınıflarını gösteren kırmızı, sıcak gibi kavramlardır. Bu türlü kavramları, bu sınıfın bir örneğini veri haline getirmekle tanımlayabiliriz. Bu kırmızıdır – tatlıdır – sıcaktır. Bu, burada, şimdi ve ben sözcüğü de, sözcüklerin özel bir sınıfındandırlar, ancak söylendikleri genel durum çerçevesinde belirli  bir anlam kazanırlar, bu grup sözcükler olmasaydı gerçek bir konuşma, anlaşma, sözcükler ve cümleler somut gerçekle bir ilişki kuramazlardı, uygulamasız kalırlardı.

Çünkü somut gerçeklik (realite), fenomenal nesnelerin ve verilerin bütün sınıf kavramları, işaret etmekle yapılan bir tanımı gerekserler. 

Bileşik kavramlarla, nesne üzerine çok şey söyleyebilmemiz gereken kavramları anlarız. Örnek, bir kare, dört çizgiyle sınırlanmış, kenarları eşit, açıları dik olan bir şekildir. Bir nesneye kare  diyebilmek için, onu kareler sınıfına koyabilmek için ya da onu kare kavramı altına yerleştirebilmek için, bu nesne hakkında doğru olan birkaç şey söyleyebilmelidir, onun dört çizgiyle sınırlanmış bir şekil olması, kenarlarının eşit, açılarının dik olması gerektir. Altın element  bir cisim, kimyasal araçlarla ayrışmayan, öz ağırlığı 19, sarı renkli, havanın oksijeni ile birleşmeyen, belirli asitlerde erimeyen vb. bir cisimdir. Bir cismin altın olabilmesi için, bütün bunların kendisi için geçerli olması gerekir. Bu gibi bileşik kavramlar sadece bir örneğin gösterilmesiyle tanımlanamazlar. Bir bileşik kavram ile bir bileşik nesne  tabii iki ayrı şeydirler. Ancak, tanımda bu 2 çift yargının her birinde bir terimin sözünün  edilmesi  yetişir. Bileşik kavramın sınırlanmasına yetecek birbirinden bağımsız olan özellikleri ararız.

Mantığın gerçek kurucusu olan ve tanım konusuyla uzun uzadıya uğraşan Aristoteles, böyle bir normal şekli koyabilmiş olduğu kanısındadır.

Şu üç kavramı birbiriyle karşılaştıralım, Hayvan, yırtıcı hayvan ve aslan. Hayvan kavramı, yırtıcı hayvan  kavramı karşısında, yırtıcı hayvan kavramı aslan kavramı karşısında daha geniş kavramdır, bunun tersi de daha dar kavramdır.

Bütün aslanlar yırtıcı hayvandır, ama bir kavramın kaplamı, bu kavramın altına giren bireylerin miktarıyla ölçülmemelidir. Gezegen ve güneş sistemimizin  gezegeni  gibi iki kavram oluşturabilirim. Bu kavramlardan ilki gezegen, kaplamı bakımından daha geniştir, yalnız bizim güneş sistemimizin değil, başka Güneş sistemlerinin gezegenlerini de içine alır.

Yeryüzündeki insanların miktarının artması insan kavramının kaplamını büyütmez.

Kavramın kaplam’ından içlem‘ini ayırt ederiz. İçlem, kavrama giren nesnelere bağlanması gereken -dolayısıyla da, kavramın tanımı olan- birbirinden bağımsız özelliklerden meydana gelir. Eski bir teoriye göre bir kavramın kaplamı ile içlemi arasında belirli bir oran vardır. Kavramın kaplamı ne kadar büyük olursa içlemi o kadar tersi ve küçük olur. Öyleyse kavram daraldıkça içlemin belirlenmesi daha çok öğeyi kapsar.

Yakın cins ve Özel ayrım ile yapılan tanım, zoologa göre, aslan kavramı için yakın sınıf kavramı kedi kavramıdır. Aslan  kavramını  tanımlayabilmek, öteki kedilerden – kaplandan, sırtlandan vb. ayıran özel ayrımları göstermek gerektir. Kedi kavramının  üstüne yırtıcı hayvan kavramını koyarız  ve kedileri, başka bir yırtıcı hayvandan – köpekten, ayıdan vb. ayıran özel ayrımları belirleriz.

Böylece, bir yandan hayvan ya da genellikle canlı varlık  kavramına, öbür yandan da, bulundukları mekan ve zamandaki yerlerine göre birbirinden ayrılan tek, tek bireysel aslanlara kadar varırız.

Aristoteles’in bu normal tanımı gerçekten bütün kavramlara ve bütün nesneler alanlarına uygulanabilir mi? Aristoteles  bunun  yapılabileceği  kanısındadır. Aristoteles en yüksek, en genel kavramdan, genellikle var olan kavramından aşağıya, en alttaki cins kavramlarına kadar uzanan böyle bir kavram zincirinin olabileceğine  ve  daha da ileri giderek, bütün nesneler için bir ve yalnız bir tane doğru kavram zincirinin, doğru bir sınıflamanın olduğuna inanır. Aristoteles için bilmek, nesnelerin analizine dayanan doğru bir sınıflamadır. 

Her kavramı belirli bir biçimde, birbirine karşı olan iki alt kavrama bölerek biçimde sınıflamakla, iki  bölü uygular. Aristoteles’in sağlığında, her sınıflamada öznel, isteğe bağlı bir öğenin bulunduğunu ileri süren karşı düşünceler çıkmıştır. Sınıflama, herhangi bir bakımdan benzeyen nesneleri bir araya getirmek değil midir ve bütün nesneler türlü bakımlardan birbirlerine benzemezler mi? İnsanlar ile kuşları iki bacaklı yaratıklar olarak bir araya getirebilirim. Bütün kavramlar sadece adlardır, bütün sınıflamalar az çok isteğe bağlıdırlar. 

Organik doğa alanı oluşu bir rastlantı değildir. Bitkiler ve hayvanlar dünyası değişmeyen, akla yakın olan bir sınıflama sistemini, botanikçiler ile zoologlar da bu doğal sistemi aramışlardır. Organik alanda kendini kabul ettiren bir şeyi, Aristoteles bütün realiteye aktarır, evreni organizmalar dünyasına benzeterek görür. Ne var ki, organizmaların doğal bir sistemi olduğu düşüncesini, Yeniçağda, hem de Aristoteles’e uzak olan, bir teori, bitki ve hayvan türlerinin aralarındaki doğal akrabalıkları ileri süren  Darwin’in türlerin kökeni teorisidir. Matematik ile fizikte genetik ya da konstrüktif tanım adı verilen başka türlü bir tanım geliştirilmiştir. 

Geometri, üç ana kavramla işe başlar, nokta, doğru çizgi ve düzlem kavramlarıyla, bunlara bir de eşitlik, daha doğrusu uyum ve orantı kavramları katılır. Geometri yalnız bu öğeler ve bu işlemlerle tanımlanabilen  kavramlarla iş görür. Genetik tanımların, bir kavramlar hiyerarşisi ile, doğa bilimlerinde, botanik ile zoolojide bir şekilde gerçekleşmiş olan, kavramların çoğalan genelliklerine göre yapılmış yükselen bir dizi ile hiç bir ilgileri olmadığı açıktır. 

Bugünkü kimya, nesnelerinin bu genetik kuruluşu yöntemini  başka  araçlarla atomlara da aktarmıştır. Fizik de esasta aynı yöntemi kullanır, Fizik, sesi hava dalgalarının birbirini izlemesi, ışığı elektriksel hali dalga biçiminde ışınımı diye tanımlarken, burada da genetik – konstrüktif tanım kullanılmaktadır.

Fizik-kimya ile geometri arasında yalnız bir noktada ayrılık vardır. Geometri, nokta, doğru çizgi ve düzlem’de, nesnelerini kurduğu öğeleri bulur. Geometri yalnız bu öğelerle kurulabilen nesneleri inceler. Fizik ile kimya ise realitede  verilmiş  nesnelerden  işe  başlamak  zorundadır  ve bu nesneleri oluşturan öğeleri, nitelikleri düşüncede inşa etmeye çalışır. Bundan dolayı, bu öğeler doğa bilimlerinde  her  zaman  koşullu  olarak kalırlar. Matematik  birleştiren, doğa bilimleri ise çözümleyen, öğelere ayıran bir metod kullanır. Nesneler  alanındaki bütün nesnelerin aynı öğelerden oluştuğunu bilirsek, nesneleri, miktar ve mekan  ile zamandaki  düzeni ile birbirinden ayırabiliriz.

Matematik, sayıların ve bunların mekan ile zaman içindeki olabilen düzenlenişlerinin bilimidir.

Bundan dolayı, matematik, bize bu nesnelerde meydana gelebilecek bütün özel halleri bir bakışta kavrama olanağını verir. Genel üçgen kavramından, bu kavramın olabilen bütün özel hallerini çıkarabilirim. Bu gibi kavramlara niceleştirilebilen kavramlar deriz. Buna karşılık nitel kavramlar da vardır. Oksijen hidrojen bileşimi kavramından ise, tabii, gerek H20 şeklinde, gerekse H202 şeklinde bileşimlerin olması gerektiğini değil, ancak olabileceğini çıkarabilirim. Ama renk kavramından, yırtıcı hayvanları sınıflayamam. Burada, ancak, özel hallerden genel kavrama varabilirim, bunu da bu özel hallerdeki ortak yanı aramakla ve özel ayrımları bir yana bırakmakla yapabilirim.

Her matematik denklem bu çeşit genel bir kavramdır. Şu ikinci dereceden denklem: ay2+ by + c = O özel hallerin sonsuz olan bir dizisini kapsar. Bu özel halleri a, b, c sembolleri yerine sayılar dizisinin sıfırdan  sonsuza  kadarki belirli sayılarını koymakla elde ederiz. Bundan dolayı geometri ile fizik, nesnelerini  her  yerde, yalnız belirli sayı büyüklüklerini kapsayan bu gibi kavramlarda toplamaya çalışırlar. Fizikten bir örnek, hareketin bir cismin zamanda yerini değiştirmesi olarak tanımlanmasıdır. Bu kavram sayesinde başka bir kavram da gerçekleşmiştir, hareket eden bir cismin hızı kavramı

Hız, Eskiçağda henüz bilinmeyen bu hız kavramı sayesindedir ki, bütün hareketleri tam olarak sınıflamak başarılmıştır. Hareket, aynı kalan ve değişen olduğu gibi koordinat eksenlerinde üç farklı görünümdür, değişmez  ya da üç değişken sayı ile belirleyebiliriz, üç koordinat ekseni doğrultusundaki hızlar olarak.

Matematiğin ve matematiksel doğa bilimlerinin kullandığı niceleştiren kavram-kurma ile niteleştiren kavram-kurma arasında başka karakteristik bir ayrım daha vardır. Nitelikler her yerde karşımıza belirli  karşıtlar halinde çıkarlar, biz de bunları bu gibi karşıtlara ayırmaya çalışırız. Sıcak ve soğuk, aydınlık ve karanlık, ağır ve hafif, yüksek ve alçak ses bu gibi karakteristik karşıtlardır. Ama kırmızı ile yeşil, mavi ile sarı da belirli anlamda karşıttırlar. 

Nitelikleri son ve artık başka bir şeye indirgenemez olarak anlayan görüşler, hep bu gibi karşıtlarla iş görürler ve doğa olaylarını, karşıtların birbirine dönüşmesi  diye anlarlar. Kavram-kurması, tam tersine, bu karşıtları ortadan kaldırır. Modem fizikte   sıcak ve soğuk karşıtlığı yoktur, mutlak sıfır noktasından başlayıp belirsiz yüksek derecelere kadar yükselen türlü sıcaklık dereceleri vardır. Artık ağır ve hafif cisimler yoktur, yalnız miligramın milyonda birinden milyonlarca kilograma kadar olan türlü ağırlıkları olan cisimler vardır. Yüksek ve alçak sesler yoktur, ancak daha büyük ya da daha küçük dalga uzunlukları olan hava dalgalan vardır. Böylece, karşıtlar sayılarla kavranan ayrımlara dönüştürülür. Bir yanda sıfır, öbür yanda da sonsuz var.

Sayılar, niceleştiren kavram-kurmanın başka önemli bir genişletilmesi,  sınır kavramları kurmaya olanak verirler.  Sınır kavramlar kurmanın önemli olan özel bir hali de, ideal kavramlar kurmadır. Nokta, doğru çizgi, düzlem anakavramları da ideal *Hans Vaihinger, Die Philosophie des Als Ob. 191 1 kavramlardır. Nokta uzamsızdır, böyle bir noktayı göremeyiz, biz ancak uzamlı şeyleri görebiliriz. Ama bu uzamı küçültülmüş olarak ve bu küçültmeyi sonsuzluğa kadar götürülmüş olacak düşünebiliriz. Bu düşünülebilen, ama realitede yürütülemeyen sürecin sonucu, geometrik noktadır. Bütün geometrik kavramlar ideal kavramlardır, örnek, daire kavramı. Bu gibi ideal kavramları doğa biliminde buluruz.

Koşulların yerine getirilmesi ne kadar aşağı yukarı ise, kanun geçerliği de o kadar aşağı yukarı olur. Matematik ile fizikte bulduğumuz niceleştiren kavramlaştırma, biyoloji ve tinsel bilimlerde de rolü  birincil değildir. Geometri nokta, doğru çizgi ve düzleme benzeterek,  az sayıdaki homojen öğeden kurabildiğimiz yerde, yalnız niceleştiren kavramlaştırmaları kullanabiliriz. Örnek, G. Mendel’den bu yana kesin bir bilim olma yolundaki biyolojinin kalıtım teorisini gösterebiliriz. Bu teorinin dayanağı, her organizmanın kalıtımla geçebilen niteliklerin bir toplamı olduğu düşüncesidir.

Salt Ekonomik olan bir insan yoktur ve teori de zaten bunu iddia etmek istemiyor. Teori , yalnız bir koşula bağlanmamış, serbest, kazanca dayanan bir ekonomi olduğu sürece,  ekonomik hayat için geçerli olan birtakım kavramlar ve önermelerin geliştirilmesidir. Serbest ekonomi,  ideal kavramdır, realite her zaman bu kavramı ancak yaklaşık olarak karşılar. Bu ideal kavramlar, matematiğin ideal kavramlarından, hayata uygulamada,  yalnız belirli zamanlar,  belirli  çağlar  için  olabilirliği  ile ayrılır. Öyle zamanlar vardır, öyle zamanlar olmuştur ki, bunlarda ekonomik insandan, bir serbest ekonomi den söz etmek anlamsız olur. Buna karşılık yerçekiminin etkisiyle bir cismin düşmesi hep olmuştur. Fizikteki, hele matematikteki ideal kavramlar bütün zamanlara aynı ölçüde uygulanabilirler, oysa tinsel bilimlerin bütün kavramları aynı zamanda tarihsel kavramlardır.  Bütün nitel kavramlarda bir karşıtlık vardır. Nitelikler karşıtlıklara göre düzenlenmişlerdir, 

Kavramlar yardımı ile düzenlediğimiz, tinsel hayatın, insanın tarihsel hayatının olguları hep nitel olan, dolayısıyla da karşıtlara yönelen kavramlardır. Bundan dolayı, kavramları, karşıtları da birlikte doğru anlamak gerekir.  Serbest ekonomiye karşıtı olarak, planlı ekonomi, güdümlü ekonomi, devlete bağlı ekonomi vardır. Demokrasiye karşılık aristokrasi, tek-tanrıcılığa karşılık çoktanrıcılık vardır.

Sosyalizm kavramı, bireyciliğin karşı kutbudur, bir başka defa da kapitalizmin karşı kutbu ve belirli bir ahlakı ifade eder. Kapitalizmin karşıtı olarak sosyalizm özel mülkiyeti, özellikle de sermaye ve üretim araçları üzerindeki mülkiyeti ortadan bir ekonomi biçimidir.

Tarihsel bilimlerdeki bütün ideal kavramların, herhangi bir şekilde, bir karşıta göre düzenleştirilip nitelendirilmeleri gerekir. Tinsel ve tarihsel bilimler için iki kavramlaştırma önemlidir. Kavramlar tipolojik ve tarihsel kavramlardır

Önce tip, sonra cins kavramları için tıp – biyoloji örneği, tifüs, teşhis için belirtiler ve yeteri miktarda basil ile tüm arazlar aranır. 

İngilizlerde, vücut ve ruh yönü ile bütün İngilizler tipik İngiliz değildirler. Belirli bir soy, belirli bir kültüre ve ulusa bağlı olmak, İngiliz cins kavramını belirler. Bu bağlılık ve soydan olmayan kimse İngiliz değildir. Cins ile tip arasındaki bağ, sadece olasılı bir bağdır. 

Biyoloji, özellikle insan ırkları bilimi, bir de tıp, bu gibi ortalama tipleri çok kullanırlar. Ortalama tip’ten ideal tipi ayırabiliriz. Belirli tipik nitelikleri ideal bir yüksekliğe ulaşmış diye düşünürsek, ideal tip kavramına varırız. İşte ideal tip, tipolojik kavramlaştırmalar alanında ideal kavramı karşılayandır. 

Serbest ekonomi kavramı aslında böyle bir ideal-tipolojik kavramdır. Tipolojik ya da tipleştiren kavram kurmaları, çok kere, asıl cins kavramlarının kurulmasından önce gelir. Örneğin tıpta böyledir. Tıp, tipik hastalık belirtilerini ve hastalığın seyrini, hastalıkları kesin olarak belirlemeye elverişli olan kavramları, cins kavramlarını kurmadan önce gözlemler. Tipler değil de, ancak cins kavramları kesin anlamıyla tanımlanabilirler. Tinsel ve tarihsel bilimlerde, din, ahlak, sanat birer cins kavram olarak bilinmekten kaçarlar. Din kavramını bu tarzda tanımlamak için yapılan her deneme  dar  veya  geniş kavramlara götürür. Dinin duyulur üstü ile ilgili tasavvurları ağır bastırırsak, dini metafizikleştirmiş, sadece kült yönünü belirtirsek, o zaman da dini sosyal hayatın bir formu yapmış oluruz. Yalnız, bu 
kült ve cemaat örgütüne hiç önem vermeyen, dinin salt dogmalarında, idelerinde kalmak isteyen din anlayışları vardır. Yabancı bir insanın ruhunu, kendi ruhumda bulduklarımıza benzeterek anlayamayız. Bu konuda psikoloji ile doğa bilimi arasında temelli bir ayrılık vardır. 

Buna karşılık, herkes yalnız kendi bilincinde geçen ruhsal fenomenleri bilir ve başka bir insanın ruhsal fenomenlerini, ancak kendi ruhsal fenomenlerini andırıyorsa bilebilir. Bu yabancı kurumları kendi kurumlarımız açısından anlamaktan kendimizi alamayız. Çizdiğimiz tarihsel çizgileri, çatallandıkları noktalara kadar, kendilerinden iki ya da daha çok çizginin çıkıp sonra karakteristik kurumlarıyla bildiğimiz çeşitli kültürlere ulaştıran noktalara kadar geriye doğru izlemeye çaba göstermeliyiz.
Tinsel bilimlerdeki bütün kavramlaştırmalar, tarihsel kavram kurmalarına götürmelidir.

Belirli bir insandan, bu insanın hayatından söz ederken yaptığımız, böyle bir tarihsel kavram kurmadır. İnsan, bir kimya bileşimi gibi niteliklerin tümü değildir, bir insan hayatı, yükselmeleri ve alçalmalarıyla bir yaşama çizgisidir. Hayat çizgisi iki etkenden oluşur, duyan, düşünen, eylemlerde bulunan insanın  kendisi ile dış olaylardan. Bu iki etken ayrılmazcasına birbirine bağlıdırlar, yalnız birbirlerine olan ilişkileri bakımından vardır. İnsan dış olaylara göre düşünür ve eylemde bulunur, insan hayatı kendi başlarına olan birtakım öğelere bölünemez,  Bir biyografinin ödevi, bütün içindeki başkalığına rağmen, bu çizgiyi birleşik bir çizgi olacak bir biçimde çizmektir. Bu arada şunu da belirtelim ki, her insan biraz da kendisinin biyografıdır her zaman, yani insanın kendi hayatı üzerine az ya da çok birliği olan bir tasavvuru  vardır. Ne var ki, bu, kusursuz ve her zaman doğru değildir. Kendimiz için arzu ettiğimiz tasavvura uymadıklarından, hayatımızda unutmak istediğimiz şeyler vardır. Doğru olma amacına gütseler bile, otobiyografiler her zaman doğru olan biyografiler değildirler. Ben kendim kimim?  sorusuna  bir  tanımla değil, uzun ya da kısa bir biyografiyle yanıt verebiliriz. Biyografide önemli/önemsiz – öteki  insanlar,bağlı  olduğum ulus ya da sınıfın insanlarıyla ortak olduğum şeyler, olaylardır. Buna karşılık önemli olan olaylar vardır. Bunlar belleğimize kazınmış oldukları için, kendilerinden sonraki hayatımızın bir parçası olmuş olan ya da bu hayata yeni bir yön veren, hayatın dönüm ya da tepe noktalan olan olaylardır. Bir hayat için önemli olan şeyi bulup ortaya koymak, her biyografide en önemli ödevdir. Tek insanın hayatı için geçerli olan bu kuralı tarihsel hayattaki bireyüstü kuruluşlara da uygulayabilir, ön safta bulunabilir, figüran olabiliriz.

Tarihçi, tarihçi olarak, biyograf,  biyograf olarak olayların dışında bir gözlemci olarak bulunur. Tarih, düzenleyen, birleştiren, önemliyi  önemsizden ayıran tarihçinin tasavvur ettiği, kuşaklar boyunca uzanıp  giden birlikli hayat çizgisidir.

Tarihsel  kavram  kurmalarıyla  doğa  bilimlerindeki kavram oluşturmaları arasında önemli bir ayrılık vardır. Tarihsel olarak betimlenen hiç bir olay tekrarlanmaz, hep bir defalıktır, bireyseldir. Yalnızca bir İngiliz tarihi, bir Türk tarihi, bir Atatürk, bir 1789 Devrimi vardır. Tarihçi bu olayın oluşunu, önemli anlarını, kalıcı ve belirleyici etkenlerini, dönüm ve tepe noktalarını belirterek, bunları bir gelişme çizgisinde birbirine bağlayarak betimler. Tarih bilimi bireysel gelişme dizilerini betimler; hiç olmazsa bu onun başlıca ödevidir. Doğa bilimi, ilk planda, olayların değişmeleri içindeki kanunu arar, başka deyişle doğa bilimi homojen olarak tekrarlananı bulmak ister. 

Aynı koşullar altında aynı şey meydana gelir, nedensellik kanununu böyle de formüllendirebiliriz. Bu kanundan, kendi başına bırakıldığında, bir fiziksel sistemin geçireceği gelişmenin ne olacağını çıkarırız. Kanun bilimi olan fiziğin içinde bu sorun, bir kosmogonya sorunu, evrenin başlangıcı, evrimi ve sonu üzerinde tarihsel bir sorun olarak görünür. Evren hayatının seyri, en iyi olarak, fizik kanunları da  kurulup çıkarılabilir. Yukarıda sözü geçen kanunun yardımıyla, bu hayatın ne olduğu, gerçekten de çıkarsamaya çalışılmış ve ileride tüm enerji ısıya dönüşüp uzayda dağıldığı zaman tam doğru olmamakla birlikte, evrenin öleceği ileri sürülmüştür.

Fizikle tarih arasında biyoloji, organik hayatın, bitkiler ve hayvanlar dünyasının bilimi yer alır. Her canlı bir gelişmeyi geride bırakır, her yaşayan doğumdan ölüme kadarki yolu geçer, her yaşayan kendini bize gelişme çizgilerinde gösterir. 

Zoolog tek bir hayvanın gelişmesine ilgi gösterir. Tarihsel biyografide bütün insanlarda hep aynı olarak tekrarlanan şeyler önemsizken, biyolog için bunlar esastır, biyologun kavramlaştırması, genel ile, türle ilişikli olanı arayan bir kavram kurmadır.

Bununla birlikte, biyoloji bunun yanında bir de en yalın organizmadan en gelişmiş bitki ve hayvanlara kadar birçok dallanmalarla götüren bir bireysel gelişme zinciri kurmaya çalışır. Bu gelişme dizisi de türlerin gelişme çizgisidir. Özetle, bu bölümde, kavram kurmak – kavramlaştırmak, Kavram, karşımıza anlamı olan sözcük olarak çıkar.  kavram deyince, belirli nesneler üzerine söylenebilen anlamlı bir sözcük anlarız. 

Birlikte işaret eden sözcükler, Ve, ya da, dır, tam anlamıyla kavram değildirler, bunlar kavramları, anlamı olan cümle birliği halinde birleştiren bağlayıcı işaretlerdir

Kavramlar adlardır. özel adlarla genel kavramların adlarını birbirinden ayırırız. Her ad karşısında  Bu adın anlamını, neyi adlandırdığını sormalıyız. Genel kavramları, cins kavramlarını tam anlamıyla tanımlayabiliriz, özel adları değil. Napoleon kimdir?  sorusuna  bir tanımla değil, çok kısa da olsa, bir biyografi ile, yani bir gelişme çizgisi çizmekle yanıt verebiliriz. Her tarihsel bilimin başlıca ödevinin bu gibi gelişme çizgileri çizmek olduğunu gördük. Yine gördüktü ki, böyle bir gelişme çizgisi çizmek, önemli ayırmaları gerektirir, önce insan, bireyüstü bir kurumun hayatında önemli/önemsiz olanı ayırmak gelir. Bunların arasında önce basit fenomenal nesnelerle, kırmızı  ya da sert  kavramları gibi algımızın basit nesnelerle ilgili genel kavramları belirtebiliriz, daha doğrusu eşitlik, benzerlik bağıntısıyla bağlı olan bir ya da birkaç nesne tanımlanabilirler. Bileşik nesneye ilişkin olan kavramlar,  sözcükler  aracılığıyla yapılan bir tanımı gerekserler. Örnek, botanik ve zooloji sistemlerindeki kavram dizilerinde olabilir. Genetik-konstrüktif olarak tanımlanan matematik, fizik ve kimya kavramları az çeşitli öğeler ve bunların bağıntılarından kuran bir tanımdır. Niceleştiren, niteleştiren kavramlaştırma,  bir kavram altına giren alt kavramların birbirinden yalnız öğelerin sayısı ve düzeni ile ayırt edilen, bundan dolayı da alt sınıfların miktarı genel kavramdan tam olarak kavranabilen bir kavram kurmadır. Açı oluşturacak şekilde kesişen üç doğrudan oluşan bir şekil olan üçgen kavramından diğer üçgenleri çıkarabilirim, ama memeli hayvanların maymunlara, yarasalara, ayrıldıklarını ise çıkaramam. Niteleştiren kavram kurma, nitelikleri karşıtlara göre düzenlemeye, kendiliklerinden bu gibi karşıtlar halinde nasıl düzenlendiklerini göstermeye çalışır. Niceleştiren kavram kurmanın  incelenmesi  bizi, ideal kavramlar ve reel nesneler kavramı na götürür. Son olarak da asıl anlamında cins kavramıyla tipolojik kavramı ayırdık. Cins kavramı, nesneye özgü , sözü geçen cins altına giren ayrımlardan oluşur. Ama cinse de, kendisinde bu cinsin nesnelerinin, az ya da çok temsil edildikleri belirli bir tipi bağlayabiliriz.

Yavuz Özler

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.