diyalektik açınımlar

Diyalektik (Erdoğan Merdemert 09 Şubat 2012)


Diyalektik, kendi doğasında, olumsuzlama, çelişki ve karşıtlık demektir ve böyle olarak kendisine ait bir süreçte, çelişkinin neden olduğu olumsuzlamalar yolu ile elde edilen karşıtların ve bu karşıtların birliği olarak bilinmesi gereken disiplinin de adıdır.

Çarpıcı bir temsil olması açısından, ilkbahara yakın bir dönem için gözünüzün önüne bir badem ağacının kuru dalını getirin bilirsiniz ki, neredeyse bu dal tomurcuklanacaktır (çünkü tomurcuk o anda soyut bir kavramdır) sonra dal tomurcuklanır ve sonra bilirsiniz ki, bu tomurcuk bir çiçeğe dönüşecektir (çünkü çiçek de o anda yalnızca kavramdır) ve çiçek tomurcuğu olumsuzlayarak yani sublate ederek veya Jacques Derrida’nın relever dediği şekli ile yukarı kaldırarak (bunun anlamı kapsayarak yok etmek veya kapsayarak kaldırmaktır) kendisini var eder ve yine sonra çiçek de meyve tarafından olumsuzlanır (ve meyve de henüz bir kavramdır). Bu momentler diyalektik devinimin momentleridirler (bu örnekteki tez ve antitez unsurlar biyolojik süreçler tarafından belirlenir) ve bunların hiç biri ilk önce badem dalında gözükmediği halde onların gerçekliklerinden şüphe edilmez çünkü anlak düzeyinde bile kavramsal düşünce ve kavramsal bağıntı vardır ve bu düşünce böyle bir diyalektik gelişmeyi gözden kaçırmaz.
Bu sağlam karakterine güvenerek diyalektiği formel bilimlerin her dalı için bir yöntem olarak uygulamaya kalkışırsak, diyalektik olumsuzlama karakterini katı bir çelişki etkisi olarak koyar ve böyle olarak kendisini yöntem konumuna yükseltmesi konusunda yetersiz kalır, o düşüncede ve pratikte devinimin özü ve giderek tam kendisi olsa da onu salt bir yöntem olarak kullanmak güçleşir. Diyalektik metot ile yapay olarak elde edilen ve karşıtı ile buluşmayan (hatta ona yabancı olan) bilgi doğası gereği çelişkinin bilgisi olduğundan bu bilince ait bilgi de bilgi değil, bilgisizlik olur. Diyalektik momentler doğal bilinç tarafından yalıtık olarak alındığında kuşkuculuğu oluşturur. Tez antitez sentezden sonra bu sentezlenenlerin de karşıt olanları tekrardan tez, antitez döngüsüne girdiklerinde bu bitimsiz bir yola girer ve böylece kuşkuculuğa gider. Kuşkuculuk ise aynı bunun gibi bitimsiz olur, her şeyden kuşku duyan duyduğu kuşkulardan bile yeniden kuşkulanmaya başlar. Zenon’un diyalektiği de bir tür özdeşlik düşüncesine dayanır ve Zenon diyalektik yöntemi kullanarak hareketin (bir dizi paradoks ile) olanaksızlığını gösterir.
Diyalektik için Lenin tam olarak şöyle yazıyor:
“Somuttan soyuta ilerleyen düşünce –doğru olması şartıyla (ve Kant da diğer tüm filozoflar gibi doğru düşünceden bahseder)– hakikatten uzaklaşmaz, bilakis ona yaklaşır. Maddenin soyutlanması, bir doğa yasasının soyutlanması, değerin soyutlanması, vb. kısaca tüm bilimsel (doğru, ciddi, saçmalamayan) soyutlamalar doğayı çok daha derin, doğru ve tam olarak yansıtırlar. Canlı algıdan soyut düşünceye ve buradan pratiğe: hakikati bilmeye, nesnel gerçekliği bilmeye giden diyalektik yol işte budur.”
>Burada Lenin’e göre “maddenin soyutlanması” ve tam olarak “genelde soyutlama” diyalektik yol olarak belirtiliyor. İyimser bir kabul olarak somuttan soyuta gitme edimselliğinin diyalektik bir yolunun olduğu varsayılsa bile Lenin’e göre analitik ve diyalektik uygulamalar eşanlamlı olduklarından bu her iki bilim dalı da Lenin’de anlamını böylece yitirmiş oluyor.
>Marx’ın bu konuda tutumu ise bir “Ya—Ya da” tutumudur:
Ya Bir şey Başkasını belirler, ya da Başkası Bir şeyi; ya alt-yapı üst-yapıyı, ya da üst-yapı alt-yapıyı; çünkü özdekçi monizm (materyalizm) bunu gerektirir. Eğer bu analitik tutum iki yanın birbirlerini karşılıklı olarak belirlemeleri gibi bir etkileşim ileri sürülerek aşılacak olursa, o zaman bu kötü diyalektik ortaya çıkar ki, bu analitik mantığın umutsuz vargısıdır
Engels diyalektik için şöyle yazıyor:
“Şeylere biraz yakından bakınca, bir çelişkinin olumlu ve olumsuz gibi iki kutbunun, karşıt oldukları kadar ayrılmaz da olduklarını ve bütün antitez değerlerine karşın, karşılıklı olarak birbirlerine karıştıklarını; aynı biçimde, neden ve sonucun, ancak özel bir duruma uygulandıklarında geçerliği bulunan kavramlar olduklarını, ama bu özel durumu, dünyanın bütünü ile genel bağlantısı içinde düşünmeye başladığımız andan başlayarak, bu kavramların, neden ve sonuçların sürekli olarak yer değiştirdiklerini, şimdi ya da burada sonuç olanın, başka yerde ya da daha sonra neden ve “tersine”- vice versa- durumuna geldiği evrensel karşılıklı etki görünümü içinde birleştiklerini, birbirlerine dönüştüklerini de görürüz.” (F. Engels, Anti-Dühring)
>Engels’in bu yazısına göre diyalektiği anlamanın faydası vardır ve böyle bir saptama hem özünde hem de yansımalarında doğruluk taşır. Bir özet olmasına rağmen oldukça içerikli ve dolaylı bir anlatımı başarması açısından da dikkate değerdir. Bu açıklamanın, kavramları ve neden sonuç ilişkilerini kapsayan kaplamı da ayrıca takdir edilmelidir.

Sonuç olarak:
Aristoteles Organon’unda, daha sonra Hegel’in yazılarında tam ifadesine kavuşacak olan diyalektik mantığın temelini oluşturan on kategoriyi anar: töz, nicelik, nitelik, bağıntı, yer, zaman, durum, iyelik, etkinlik, edilginlik. Aristoteles’in mantık üzerine çalışmasının bu yanı çoğunlukla göz ardı edilmektedir. Örneğin, Bertrand Russell bu kategorileri anlamsız buluyordu. Ama Russell gibi mantıksal pozitivistler* (kendi dogmalarıyla çakışan parçalar ve kırıntılar dışında) pratikte tüm felsefe tarihini “anlamsız” bularak bir kenara attıkları için, bu bizi ne şaşırtmalı ne de pek fazla sıkıntıya sokmalıdır.

Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.