Akıl ve Duygu – 10 (Timur Otaran, 16 Mart 2017)

Mutluluk ve Tinsellik
Ussallıktan anlaşılan, kitapların, deneyimin ve teorilerin gösterdiğini anlama yeteneğinin ötesinde, iyi bir yaşam için doğru olanı bulma yetisini de içermek zorunda ise, ussallığın duygusal olandan ayrı düşünülmesi mümkün değildir.
İyi yaşamdan ne anlaşılması gerektiği konusunda, Dionisos, yaşamın bir amaca adanmışlığının, Aristo, arzuların tam olarak yaşanmışlığının, Eflatun, aşırı duygulardan arınmışlığının (apatea), diğerleri dertsiz bir yaşamın (ataraksia) önemini vurgulamıştır.
Epikür için kişisel bir amaç olan mutluluk, çağımızda toplumsal bir projeye dönüşmüş ve sadece haz algısı ile özdeş kabul edilmekle kalmamış, aynı zamanda bu hazzın sürekli olabileceği de varsayılmıştır. J.Bentham’ın ‘En büyük kitleye, en büyük mutluluk’ fikrinin, Amerikan bağımsızlık bildirgesindeki yorumunun, bireyin mutluluk anlayışına devletin karışmaması olmasına karşın, genel uygulamada bu formül ile geliştirilen sosyal politikaların yaygınlaşmasının ardında sanayi devriminin işçi, devletlerin asker ve büyüme ihtiyaçlarının bulunduğu görülür. Sonuçta, bireyin mutluluk arama hakkı, bireyin mutluluk/insanlık hakkına, yani devletin bunu sağlama görevine dönüşmüştür. Yöneticiler, doğrudan veya dolaylı yoldan güvenlik, eğitim, sağlık ve pek çok alanda sunulan seçenekleri arttırarak bu görevlerini yapmış sayılırlar ve bunun nicel göstergesi olarak milli gelir artışını gösterirler.
Gerçekte yaşanan deneyimin ne olduğu incelendiğinde ise, maddi kazanımlarla birlikte acılara olan toleransın düştüğü, hazlara olan iştahın arttığı ve böylece, mutluluğun daha da zor ulaşılır hale geldiği görülür.
Haz veren hormonların sürekli salgılanmasının önünde psikolojik (yükselen beklentiler) ve biyolojik engeller bulunmaktadır. Nucleus accumbens’in sürekli uyarılması, beynin hazla ilişkisi bilinen bu bölgesindeki etkinliğin azalmasına neden olmaktadır. Diğer yandan, biyolojinin belirleyicisi olan evrimin, mutluluk gibi bir amacı olmadığı bilinmektedir. Kaldı ki, nefsin ve neslin devamına yarayan eylemlerin ödülü olan haz duygusunun süreklilik kazanması, söz konusu eylemlerin tekrarını gereksiz kılar. Dolayısıyla, evrime ters olan bu sürekli mutluluk anlayışının daha fazla irdelenmeye ihtiyacı vardır.
Mutluluğun, neşe, his, geçici bir durum, şen görünüm, rahat yaşam, dertsizlik, iş tatmini, başarı veya en son amaç olarak tanımlanması yetersizdir. Öyle olsa, yaşamlarında acısız gün görmeyen Bethoven ve Niçe’nin eserlerindeki yaşam enerjisi ve tutkusunu anlamak mümkün olmazdı. Onların, bir şeye adanmışlıklarına ve yaptıklarına yoğunlaşmalarına eşlik eden güçlü tutkuları, pek çok zorluğun ve acının kabulünü sağlamaktaydı. A. İhan’ın sözleri ile :
Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
insan bir aksam üstü ansızın yorulur
tutsak ustura ağzında yaşamaktan
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
Aşırıya kaçan duyguların dengelenmesini sağlayan duygusal bütünlük halinin ortaya çıkışı, adanmışlık veya bir şeye yoğunlaşarak hakkını verme gibi iyi duyguların, diğer çelişik duygularla bir arada yönetilmesini sağlayan değerler sistemi ile bütünleşmesinin sonucudur, ve bunun gerçekleştiği alan, duygusal zekanın etik ile birleştiği yerdir. Bu durumun, tek bir duygu ile tek bir şeye adanmışlığından gelen yalın bir tutarlılık hali olarak tanımlanması doğru olmaz. Aksine, çelişkilerin yönetimi olan duygusal tamlık hali, bütün yaşamın gerçekten inanılan derin değerler ile bir demet halinde bağlanmasıdır. Aynı şekilde, evrendeki her şeyi kapsayan, Hegel’in Büyük Ruh’u da, dünyanın belli bir şekilde anlaşılması olan duygusal tamlık halinin, farklı bir ifadesidir.
Tek tanrılı dinlerin sekter ve dışlayıcı tavrı ile, seküler düşüncenin mantıksal/bilimsel ve tarafsız duruşu arasındaki farkla ayrılan kutsal ve seküler alanların iki kutuplu algısına karşın, hem duygusal, hem de duygusal olmayandan beslenen spiritüellik, bu ikisinin arasındaki alandan ortaya çıkar.  Kendine manevi bir yön arayanların Budizm ve Daoizm benzeri spiritüel alanlara yönelttikleri yoğun ilginin, bu üçüncü seçeneğe olan ihtiyaçtaki artışın göstergesi olduğu düşünülebilir.   
Bu yol arayışında arafta kalanların benimseyebilecekleri duygu, büyük yaratıcı karşısındaki eziklik ve küçüklük ile gelen tanrı korkusu olamaz. Dış korkulardan kurtulan insanın referans sisteminin dışsaldan içsele dönmesi sürecinde, ezilen/zavallı/günahkar kullar duygusu, bir bütünün alçakgönüllü/değerli bir parçası olma duygusu doğrultusunda evrilir. Böylece, kendinden çok daha büyük evrenin/doğanın sıradan bir parçası olamanın algısı ile gelen kendini iyi hissetme ve yücelme (nirvana) duygusu doğar ki, bu duygunun ne kutsal alana, ne de seküler alana ait olduğu iddia edilebilir. Sonuçta, tinselliğin, hem gizemci olan ve hem de gizemci olmayan görüşlerinin kaynağını bu ikisinin arasında bulmak mümkündür.

Timur Otaran (16 Mart 2017)


Bir cevap yazın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.